29 Ekim 2007 Pazartesi

MÜSLÜMANLARIN ARASINDA YAŞAYAN PASİFİST İNSANLARIN AMAÇLARI NELERDİR?

Pasifizmin en önemli risklerinden biri, bu zihniyeti savunan insanların Müslümanlar arasında geliştirmeye çalıştıkları yapıdır. Kendi menfaatlerini ve rahatlarını, dinin menfaatinden ve Müslümanlardan önde tutan kişilerin en dikkat edilmesi gereken yönlerinden biri de, tutum ve davranışları ile diğer insanlara özellikle de zayıf karakterli olan kimselere gizliden gizliye vermeye çalıştıkları mesajdır. Bu mesajın ne anlama geldiğini anlayabilmek için, pasifizmi savunan insanların karakterlerini ve zihniyetlerini iyi tahlil etmek gerekir. Zira bu insanlar çoğu zaman, Allah'ın adını kullanabilmekte, davranışlarını sözde dindar olduklarını öne sürerek açıklayabileceklerini sanmaktadırlar. Dolayısıyla Müslümanların bu konuda dikkatlerinin çok açık olması, pasifist insanların verdikleri telkinlerin nelere mal olabileceğini iyi teşhis ederek, gerekli tedbirleri almaları son derece önemlidir. Benzer ahlaktaki insanlar Peygamber Efendimiz (sav) döneminde de yaşamışve kendileri müminlerle birlikte savaşmaktan kaçtıkları gibi, diğer Müslümanları da mücadeleden alıkoymak için faaliyet göstermişlerdir. Bu insanların durumunu Rabbimiz şöyle bildirmiştir:
Gerçekten Allah, içinizden alıkoyanları ve kardeşlerine: "Bize gelin" diyenleri bilir. Bunlar, pek azı dışında zorlu-savaşlara gelmezler. (Ahzab Suresi, 18)
Kuran'da pek çok ayette tarif edilen bu karakterin en belirgin özelliği, inkarcı ideolojilere karşı yürütülen fikri mücadeleden olabildiğince kaçmak ve diğer müminleri de böyle bir mücadele içinde olmaktan alıkoymaktır. Bu kişiler hem tavırlarıyla hem de konuşmalarıyla, fikri mücadelenin önemini hafifletmeye, müminlerin dikkatini başka yerlere yoğunlaştırmaya gayret ederler. Fikri mücadelenin içinde yer almaktansa, geride kalmayı tercih ederler. Şevk ve heyecanın, Allah yolunda çaba sarf etmenin kendilerini kayba uğratacağını öne sürerler. Ancak kayba uğramayacaklarını düşünürlerse, müminlere katılabilirler. Oysa iman edenlerin, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, din ahlakından uzak kimselerin fikir sistemlerine karşı; onları doğru yola davet etmek, savundukları sapkın ideolojileri fikren mağlup etmek için yürüttükleri mücadele, tarihi bir mücadeledir. Kuran'da bildirilen peygamber kıssalarında da bu fikri mücadelenin örnekleri görülmektedir.
Allah'ın varlığına ve birliğine iman eden, ahirette hesaba çekileceğinin bilincinde olan, Kuran ahlakını bilen insanların diğer insanlara da bu gerçekleri anlatmaları kuşkusuz çok büyük bir sorumluluktur. İnsanların bir kısmı bilgisizlik, bir kısmı da yanlışbilgilendirme nedeniyle Kuran ahlakını yaşamamaktadır. Kuran ahlakının gereği gibi yaşanmaması ise, günümüzde insanlara büyük sıkıntı veren yolsuzlukların, ahlaksızlıkların, çatışmaların, yoklukların temelinde yer alan asıl unsurdur. Öte yandan, dünyanın pek çok yerinde Müslümanlar da büyük sıkıntı ve sorunlarla karşı karşıyadırlar. Müslüman kadınlar ve erkekler "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için zulme uğratılmakta, masum çocuklar kurşunların hedefi olmakta, mülteci kamplarında binlerce Müslüman yokluk içinde hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu manzara karşısında, yapılması gereken elbette yalnızca Müslümanlara değil, ihtiyaç içinde olan tüm insanlara aciliyetle yardım eli uzatmaktır. Üstelik, bu mazlum insanların sorunlarına geçici değil kalıcı çözümler üretilmesi de şarttır. Sorunun din dışı ideolojilerin telkinlerinden ve uygulamalarından kaynaklandığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, çözümün de Kuran ahlakının mümkün olduğunca hızlı bir şekilde yayılması olduğu açıkça görülmektedir. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır:
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
Hal böyleyken, pasiflik taraftarı kişilerin, Müslümanları atıl bir yapı içine itmeye çalışmaları, onları son derece önemli olan bu fikri mücadeleden geri tutmak istemeleri, zayıf imanlı kimselere de mücadelenin gereksiz olduğu yanılgısını telkin etmeleri çok ciddi bir durumdur. İşte tüm bu nedenlerden dolayı bu kişilerin söz konusu amaçlarına ulaşmak için izledikleri yolların, gizli ve açık uyguladıkları yöntemlerin bilinmesi ve deşifre edilmesi gereklidir. Bu kişilerin sahte telkinlerine, ağırlıklarına ve tembelliklerine karşı alınacak tedbir ise, müminlerin kendilerini ve mümin kardeşlerini teşvik edici bir tavır içinde olmaları, azimle, şevkle ve aşkla çalışmalarına devam etmeleridir. "Müminleri hazırlayıp teşvik etmek" (Nisa Suresi, 84) hem her Müslümanın sorumluluğudur, hem de söz konusu kişilerin fitnelerine karşı en önemli engellerden biri olacaktır.
İlerleyen satırlarda din ahlakında çekimser davranan, pasif kalmayı tercih eden bu insanların asıl amaçlarını inceleyeceğiz.

Sapkın Din Anlayışlarını Yaymak İsterler

Müminlerin arasında onları pasifizme sürüklemeye çalışan kişilerin aslında gerçek Kuran ahlakından tamamen uzak, son derece çarpık bir din anlayışları vardır. Bu anlayışlarının en belirgin özelliklerinden biri ise, dinin bir kısmını yaşayıp bir kısmını yaşamamaları ve aslında, "İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucundan ibadet eder..." (Hac Suresi, 11) ayetinde buyurulduğu gibi, tam anlamı ile iman etmemeleridir. Dolayısıyla gerçek anlamda dinin tüm hükümlerini yaşamazlar.
Samimi Müslümanların ise hayatlarının her anı Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibidir. Yeme ve içmelerinden temizlik anlayışlarına, sevgi ve saygılarından vefalarına, fedakarlıklarına kadar yüzlerce mümin özelliğinin birarada bulunması ile kazanılan ortak bir ahlak yapıları ve yaşam tarzları vardır. Gerçek bir dindar, zaman zaman çeşitli hataları olsa da, bu özelliklerin tamamını -hiçbirinden taviz vermeksizin- yaşama gayretinde olur. Ancak pasifizmi savunan kişiler, dinin tüm hükümlerini Allah'ın Kuran'da bildirdiği şekilde yaşamadan da Müslüman olunabileceğini öne sürerler. Son derece sapkın ve Kuran ahlakına uymayan bu inançları sebebiyle de samimi Müslümanlara ait pek çok özellikten yoksundurlar.
Onlar yaptıkları herşeyi taklidi olarak yapar ve Müslüman topluluğu arasında dikkat çekmemek amaçlı bir hayat sürerler. Allah'a ve elçiye kayıtsız şartsız itaat, tevazu, samimiyet, Allah'a ve müminlere derin bir sevgi ve saygı, sadakat, vefa, fedakarlık, ince düşünce gibi güzel ahlak özelliklerini bu kişilerde görmek oldukça zordur. Örneğin müminlerin önemli bir özelliği olan fedakarlık onlar için uygulanması en güç özelliklerden biridir. Çünkü bir kişinin fedakar olması demek, kendi isteklerinden feragat edip karşı tarafın menfaatini ön planda tutması anlamına gelmektedir. Allah korkusu zayıf olan veya hiç olmayan bu kişiler için ise, bu çok zor, adeta can yakıcı olur. Bu nedenle genellikle fedakarlık yapmaları gereken durumlarda kendi nefislerinden olabildiğince az ödün vererek, sadece göstermelik tavırlarda bulunmayı tercih ederler. Ayrıca vicdanlarını samimi müminler gibi kullanmayan bu kişilerin her zaman "ben merkezli" hareket ettikleri görülür. Müminler küçük gibi görünen bir olaydan hayati kararlarına kadar her anlarında vicdanlarının emrettiği gibi davrandıkları için, bu kişilerin tavırları samimi müminlerin yaşantıları ile yanyana gelince çok dikkat çekici olur.
İman eden bir insan için ölçü Allah'ın rızasıdır. Pasiflik taraftarları içinse önemli olan kendi menfaatlerine bir zarar gelmeden, insanları aldatabilmeyi başarmaktır. Çevrelerinde sözde dindar olarak bilinmek ve bunun için de görünürde belli konulara dikkat etmek bu kişiler için yeterlidir. Bu amaçla namaz kılabilir, oruç tutabilir, zaman zaman fakirlere yardım edebilir, toplum içindeyken belirli kurallara uyabilirler. Ancak kötülüklere karşı fikri bir mücadele içinde olmaya asla yanaşmaz, akıl, feraset ve basiret gerektiren işlerden kaçınırlar.
Bu kişiler için amaç, minimum hareketle kendilerince maksimum fayda sağlamaktır. Çevrelerine de bunun telkinini yaparlar. Elbette kastettikleri fayda dünya hayatına yönelik menfaatlerdir. Yoksa Allah rızası için fayda sağlamak isteyen insanın her an vicdanlı hareket edeceği açıktır. İnsanları aldatarak fayda sağlayacağını zannedenlerin büyük bir yanılgı içinde oldukları ise, Kuran'da bize bildirilmişolan bir gerçektir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
(Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. (Bakara Suresi, 9)
Samimi olarak iman edenler ise, ellerindeki tüm imkanları kullanarak Allah yolunda güzel ahlakı yaymak için çaba gösterirler. Kişinin samimi imanının ve elçiye olan itaatinin en önemli ölçülerinden biri, şevki, heyecanı ve özverisidir. Müminler asıl hoşnut edilmesi gerekenin Rabbimiz olduğunu bilirler ve uykularından yemeklerine, sevdikleri bir filmi seyretmekten alışverişe gitmeye kadar günlük hayatın her detayında, an an vicdanlarını kullanarak yaşarlar. Her zaman çok akıllı, tevekküllü, şefkatli, merhametli, ince düşünceli ve tevazulu olurlar. Kuran ahlakını hayatlarına geçirmekte pasif davranan ve dinin ahlaki esaslarına önem vermeyen kişilerde ise bu özellikler dikkat çekici şekilde eksiktir. Onların seçimleri çoğunlukla vicdanlarına göre değil, nefislerine göre olur.

Müslümanların Gücünü Kırmayı ve Onları Yavaşlatmayı Amaçlarlar

Müslümanların arasında yaşayan münafık karakterli insanların ana amaçlarından biri kendilerince dine ve Müslümanlara olabildiğince zarar vermektir. Allah'ın "...onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır" (Al-i İmran Suresi, 120) ayetinin hükmü gereği, gerçekte hiçbir zaman Müslümanlara zarar veremeyecek olsalar da, her fırsatı bu amaçlarına ulaşmak için kullanırlar.
Sürekli hayır ve fayda getirecek işlerde bulunmak müminlerin önemli özelliklerindendir. Müminler bir işleri bittikten sonra hemen bir diğerine geçerek Allah'ın rızasını ve ahirette güzel bir makamı kazanma gayretinde olurlar. Onları pasifize etmeyi amaçlayan insanlar ise tam tersine, mümkün olduğunca ağır davranır, müminlere de engel olmaya çalışırlar. Müminlerin işlerine engel oldukları, onların vakitlerini alıp oyaladıkları takdirde bir zarar oluşturabileceklerini, en azından yapılacak faydalı işleri geciktirebileceklerini düşünürler. İlk bakışta onların oyalamaları ile müminlerin vakitlerinin gittiği ve bu kişilerin de amaçlarına ulaştıkları düşünülebilir. Oysa Kuran ahlakına göre gerçek böyle değildir. İman eden bir insan için yaptığı işin içeriği değil, o işi yapışamacı önemlidir. Diğer bir deyişle, mümin her an Allah rızası için faaliyet gösterdiğinden, bu kişilerin engellemelerini ortadan kaldırırken de, başka bir şey için çaba gösterirken de -Allah'ın izniyle- hayır kazanmaktadır. Ahirette de Allah'tan en hayırlı karşılığı alacağını umar.
Pasifist kişiler, müminlerin vakitlerini almak için genelde onları kendileri ile uğraştırırlar. Amaçları müminleri de bu şekilde pasifize etmek; diğer işleriyle uğraşmalarına mani olarak Müslümanlar arasında ağır bir yapı meydana getirmektir. Bu nedenle, tüm güçlerini ve dikkatlerini İslam'ın hayrı, Müslümanların faydası için toplayan müminlerin karşısına, çoğu suni olarak oluşturulmuşşahsi sorunları ile çıkarlar. Ahlaki bozuklukları, Kuran'a aykırı tavırları, yaptıkları işlerdeki özensizlikleri ile iman edenlerin dikkatlerini çekerler. Özellikle çok kolaylıkla anlayabilecekleri konuları anlamazlıktan gelmeleri, duydukları bir sözü duymamışgibi davranmaları, hemen yapılıp bitirilmesi gereken bir işte olmadık detaylara girerek geciktirmeleri, işleri ağırdan almaları, cansız ve şevksiz olmaları ile Müslümanların önüne engel çıkartmaya ve onların hızlarını kesmeye gayret ederler. Hemen yapılması gereken bir işi çeşitli bahaneler uydurarak erteler, yapılmaması gereken bir şeyi ise yaparlar. Cevabını çok iyi bildikleri halde sanki hiç bilmiyormuşgibi tekrar tekrar aynı soruyu sorar, kendilerinden istenilen işi defalarca tarif ettirirler. Bütün bu tavırlardaki genel amaç, müminlerin vakitlerini almak, yapılacak hayır işlerini mümkün olduğunca geciktirmeye çalışmak ve kalbinde hastalık olan diğer kişilere de olumsuz bir örnek oluşturmaktır.
Bu kişiler Müslümanların işlerine engel olmayı amaçlayıp zorluk çıkarırlarken, bir yandan da mümin topluluğu içindeki diğer kişilerin de kendileri gibi davranmalarını isterler. Onları da rehavete sürüklemeyi amaçlarlar. Böylece hem kendilerinin hem de mümkün olduğunca çok kişinin ağır davranmasını planlarlar. Onların gevşek tavırlarından güç alan zayıf karakterli diğer bazı kişiler de işleri ağırdan almaya, zorluk çıkartmaya, müminleri kendileri ile uğraştırmaya niyet edebilirler. Olayları Kuran ahlakıyla değerlendirmedikleri için, Müslümanları pasifize etmeye çalışanların yaptıkları olumsuz tavırları hatalı bulmaz, aksine onlar gibi davranmanın daha mantıklı olduğunu sanabilirler. Oysa gerek pasifize olmuşkişilerin gerekse onlardan etkilenenlerin kararları ve bu yöndeki çabaları zannettikleri gibi dine verilmişbir zarar değil, aksine çok hayırlı bir durumdur. Bu kişilerin varlığı ve faaliyetleri hem samimi müminlerin daha çok şevklenmelerine, hem de yaptıkları işlerde daha azimli ve böylece daha başarılı olmalarına aracı olur. Kuran'da bildirildiği gibi, doğru yola uyanlara, sapanların zarar vermesi mümkün değildir:
Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir. (Maide Suresi, 105)
Kuşkusuz bu kişilerin en büyük yanılgılarından biri, içlerinde bulundukları durumun fark edilmediğini sanmalarıdır. Kuran'da karakterleri ve tavırları detaylı olarak tarif edilmişbu tarz insanları, müminler kolaylıkla teşhis eder ve bunlara karşı gerekli tüm önlemleri en akılcı şekilde alırlar. Örneğin hiçbir zaman acil olarak yapılması gereken bir işi bu kişilere emanet etmezler. Allah'ın "Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor..." (Nisa Suresi, 58) ayeti gereği emaneti ehline verir, onları bilinçli olarak geri planda tutarlar. Ancak bu kişiler içinde bulundukları akılsızlık nedeniyle bu tür durumlarda sevinir ve kendilerince bunu kendi uyanıklıklarının bir neticesi olarak değerlendirirler. Onlara göre önemli olan Allah'ın rızasını kazanmak olmadığı için, ne kadar az işyaparlarsa o kadar karda olduklarını sanırlar, oysa çok büyük zarardadırlar. Üstelik tüm yaptıklarıyla, Müslümanları pasifize etmenin aksine, onların dikkatlerini daha da açarak insan karakterlerini tanımak konusundaki tecrübelerine önemli bir katkıda bulunmuşolurlar. Müminlerin bu kişilere öğüt vermeye devam etmeleri, onları yaptıkları kötülüklerden sakındırmaya çalışmaları ise, bunun, Allah'ın kendilerine yüklediği bir sorumluluk olması nedeniyledir. Çünkü Allah iman edenlere iyiliği emretmeyi ve kötülükten sakındırmayı emretmiştir.

Zayıf İmanlılar Üzerinde Şeytani Bir Etkilerinin Olması

Kendilerini din ahlakını gereği gibi yaşamak konusunda pasifize etmişkişilerin amaçlarından bir diğeri de, zayıf imanlı kimseleri etkileri altında bırakıp, kendi taraflarına çekmektir. Fakat şeytanın etkisinde olan bu kişiler, yine ancak kendi ahlaklarına benzer ahlaktakiler üzerinde olumsuz bir etki oluşturabilirler. Samimi müminlere hiçbir zarar veremezler. Allah samimi olarak iman edenleri şeytanın ve şeytanın dostlarının telkinlerinden korur. Şeytanın samimi müminlerin üzerinde bir etkisinin olmayacağı Kuran'da Allah'ın bildirdiği bir gerçektir:
(Şeytan) Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40)
Öte yandan münafık karakterli, kalbinde hastalık olan veya zayıf imanlı kişiler, pasiflik telkinlerinin etkisi altında kalabilirler. Pasifist kişilerin yaptıkları işleri ağırdan almaları, mücadele şevklerinin olmaması, Allah'ı anmakta gösterdikleri gevşeklik, fedakarlıktan kaçınmaları, son derece yüzeysel insanlar olmaları, mümkün olduğunca az işyaparak idare etmeye çalışmaları, tembellikleri, her zaman her işte kolay olanı tercih etmeleri, cansız ve ruhsuz bakışlarla etrafı süzmeleri, dindar olmanın derin şevkinden ve neşesinden yoksun olmaları, daima uykulu ve bakımsız bir görüntü sergilemeleri zayıf imanlı insanlara birer mesajdır. Bu tavırlarıyla, onları da gevşekliğe sürüklemek, kendilerine benzetmek ve mümkün olduğunca çok kişiyi pasifize etmek isterler. Bu kişiler, etkileri altına alabilecekleri insanları tavırlarından ve üsluplarından tanır, öncelikli olarak bu tarz insanlara yönelirler. Kendi düşünce yapılarına uygun olduğuna inandıkları kişileri seçer, bu kişilere hiç kimsenin fark edemeyeceğini zannettikleri gizli mesajlar verir, gizli bir dil ile bu kişilerle anlaşırlar.
Müslümanlara fayda sağlayacak bir işi yapmak yerine, keyfi bir işle oyalanmak kalbinde hastalık olan bir kişinin diğerlerine "bu kadar gayret etmenizin bir anlamı yok, bakın ben nasıl keyfime bakıyorum, siz de benim gibi yapabilirsiniz" mesajıdır. Fedakarlık yapılacak bir yerde bencillik yapmak, örneğin herşeyin en iyisini kendisine ayırmak ve Müslüman kardeşlerini düşünmemek, "başkalarını değil önce kendinizi düşünün" demektir. Müslümanlara karşı teslimiyetli ve saygılı bir üslup yerine, iğneleyici ve saygısız bir üslup kullanmak "karşınızdakini ancak böyle ezer ve kendinizi üstün gösterebilirsiniz" telkini vermektir. Halbuki, onların mantıklarının tam tersine, insan fedakarlıktan kaçtığında değil fedakarlık yaptığında, cimrilik yaptığında değil cömert olduğunda, kibirli değil mütevazı olduğunda, öğüt almaktan kaçtığında değil her öğüde fayda gözüyle baktığında gerçek huzuru ve rahatlığı bulur. Dinde gevşeklik gösteren insanların savundukları yaşam tarzı ise, gerçek mümin ahlakı ile tamamen zıttır.
Zaten pasifliği yaymak isteyen kişilerin de amacı sabra, tevazuya, teslimiyete, çalışkanlığa, fedakarlığa dayanan güzel ahlakın değil, bencilliğe, tembelliğe, kibire, pisliğe dayalı kötü ahlakın yayılmasıdır. Zayıf imanlı bazı kimseler de bu tavırlara ve telkinlere kanarak, kibirli davrandıklarında onurlu olacaklarını, fedakarlıktan kaçındıklarında zekice davranmışolacaklarını sanırlar. Oysa gerçekten akıllı ve zeki olan insan, Allah'ın kadrini takdir edebilen, Rabbimiz'in bize emrettiği ahlakı yaşayabilen insandır. Gerçekten onurlu olan kimse ise, Allah'a ve Resulüne iman ve itaat eden kimsedir. İnsana aradığı huzuru, şanı, şerefi verecek olan yalnızca Allah'tır. Allah'ın emrettiği ahlaktan kaçarak bunları kazanabileceklerini sananlar ise çok büyük bir kayıp içindedirler. Rabbimiz insanların ancak Müslüman olmakla, hak dini yaşamakla şerefli bir hayat süreceklerini, kendi heva ve isteklerine uyduklarında ise kayba uğrayacaklarını şu şekilde haber vermiştir:
Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmişbulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (Müminun Suresi, 71)
Öte yandan bu insanlar topluluk içinde olduklarında gizli bir dil kullanarak ya da kendi başlarına kaldıklarında açıkça Müslümanların, peygamberlerin ve İslam'ın aleyhine olabilecek konuşmalar yapmaktan çekinmezler. Bu konuşmalarda sürekli müminleri eleştirmeye, kendilerince haksızlığa uğradıklarını düşündükleri konuları dile getirmeye özen gösterirler. Samimi bir müminden ve yaptığı işten alaycı bir üslupla bahseder, bir yandan onun iyi bir insan olduğunu dile getiriyor gibi yaparken bir yandan da çalışmalarını kendilerince küçük görür, tavırlarını kınarlar. Böylece olumlu konuşuyormuşgibi gözükürken karşı tarafa sinsi bir taktikle olumsuz telkin yaparlar. Kuran'da münafıkların, müminlerin verdikleri sadakaları ve Allah yolundaki gayretlerini alay konusu edinmeleriyle ilgili bildirilen ayet, bu tavrın bir örneğidir. Allah münafıkların bu çirkin ahlakını ve asıl alay konusu olanın kendileri olduğunu şöyle bildirmiştir:
Sadakalar konusunda, mü'minlerden ek bağışlarda bulunanlarla emeklerinden (cehdlerinden) başkasını bulamayanları yadırgayarak bunlarla alay edenler; Allah (asıl) onları alay konusu kılmıştır ve onlar için acı bir azap vardır. (Tevbe Suresi, 79)
Tarih boyunca yaşamışmümin topluluklarının içinde rastlanan bu kişilikteki insanların asla açıkça dile getirmedikleri, ama gizli konuşmalarında telkinini verdikleri bir diğer önemli konu da elçilerle ilgilidir. Bu kişiler peygamberlerin yanında onların anlattıkları gerçekleri tasdik eder gibi davranırlar. Ama kendi yandaşları ile yaptıkları gizli toplantılarda aleyhinde konuşmalar yaparlar. Benzer ahlaktaki kişiler Peygamber Efendimiz döneminde de yaşamış, O'nun aleyhinde gizli toplantılar düzenlemiş, bu toplantılarda müminlerin ve Hz. Muhammed (sav)'in aleyhine planlar yapmışlardır. Ancak Allah'ın izniyle bu planları her zaman boşa çıkmıştır ve Rabbimiz'in bir kanunu olarak da hep boşa çıkacaktır. Allah bu gerçeği ayette şu şekilde bildirmektedir:
Şüphesiz 'gizli toplantıların fısıldaşmaları' (kulis), iman edenleri üzüntüye düşürmek için ancak şeytan (ürünü olan işler)dandır. Oysa Allah'ın izni olmaksızın o, onlara hiçbir şeyle zarar verecek değildir. Şu halde mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (Mücadele Suresi, 10)
Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan zayıf imanlı kişilerin ve münafıkların, Hz. Muhammed (sav)'in emir ve tavsiyelerini uygulamamakta direndikleri, bu tavsiyeler hakkında saygıya uygun olmayan yorumlar yaptıkları bilinmektedir. Kendilerine belki de defalarca tarif edilen bir konuyu sanki hiç duymamış gibi davranmaları, sonra kendilerine hatırlatıldığında bunu hiç bilmediklerini söylemeleri, bilseler ona göre davranacakları yalanını ortaya atmaları ve bu konuda çekinmeden yemin etmeleri bu yapıdaki insanların bilinen özelliklerindendir. Allah bir ayetinde bu yapıdaki söz konusu insanlar hakkında inananları şöyle uyarmıştır:
Onlar, yeminlerini bir siper edindiler, böylece Allah'ın yolundan alıkoydular. Artık onlar için alçaltıcı bir azap vardır. (Mücadele Suresi, 16)
Rabbimiz bir başka ayetinde de Hz. Muhammed (sav)'e ikiyüzlü insanlarla ilgili şöyle buyurmuştur:
Ey peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "İnandık" diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, "Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler. Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah'tan hiçbir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azap vardır. (Maide Suresi, 41)
Karışık ve her anlama çekilebilecek üsluplar kullanmak, sorulduğunda "iyilikten başka birşey amaçlamadığını" iddia etmek, pasifizm uygulayan kişilerin sıkça başvurdukları bir sahtekarlıktır. Kendilerince sahtekarlıklarını bu üsluplarının altına gizler, anormalliklerinin fark edilmeyeceğini, fark edilse bile durumu kolayca tevil edebileceklerini sanırlar. Elçinin aldığı kararlara karşı hoşnutsuzlukları, itaatsizlikleri ve teslimiyetsizlikleri hissedilmesine rağmen, mümkün olduğunca ahlaksızlıkları ile ilgili net delil vermemeye gayret ederler. Böylece bir yandan iyi niyet iddiasında bulunarak Müslümanları pasifize etmeyi, bir yandan da zayıf imanlı insanları ortaya attıkları fitne dolu sözlerle etkileyip kendilerine taraftar yapmayı hedeflerler. Ancak onların bu tavırlarının asla başarıya ulaşmayacağını ve boşa çıkacağını Allah bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Şüphesiz inkar edenler, Allah'ın yolundan alıkoyanlar ve kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra 'elçiye karşı gelip zorluk çıkaranlar', kesin olarak Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. (Allah,) Onların amellerini boşa çıkaracaktır. (Muhammed Suresi, 32)

Müslümanların Arasına Cahiliye Yaşantısını Taşımak İstemeleri

Müslümanların arasında dinden uzak bir yaşantı sürmeye çalışan kişiler genellikle hak olmayan, sapkınca yorumlanmış, çarpık bir din anlayışı ile ortaya çıkarlar. Bu çarpık anlayışta, Kuran ahlakı insan hayatında olabildiğince az yer kaplamakta, sadece şekli olan ibadetler yer almaktadır. Oysa, "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır" (Enam Suresi, 162) ayetiyle bildirildiği gibi Müslümanın her dakikası, yaşamının her anı Allah'ın emrettiği şekildedir. Diğer bir deyişle, din ahlakı iman eden bir kimsenin tüm hayatını kapsar.
Pasifist kişiler ise, şekli ibadetlere kısmen de olsa önem verirken, dinin özünü teşkil eden ahlaki esasları neredeyse tamamen yok sayarlar. Bu kişiler için ölçü Allah rızası ve Kuran ahlakı değildir. Genellikle olayları, kendi cahil mantıklarına göre ve "bence" diye başlayan cümlelerle batıl inanışlarına göre değerlendirirler. Bir türlü vazgeçemedikleri cahiliye hayatının ölçülerine göre bir değerlendirme yaparlar. Bu mantığa sahip kişilerin bakışaçısı ayette şu şekilde bildirilmiştir:
Onlar hala cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir? (Maide Suresi, 50)
Olayları cahiliye anlayışıyla değerlendirmeleri, bu kişilerde ciddi mantık bozukluklarına neden olur. Müminler dünya hayatının geçici, asıl yurdun ise ahiret olduğunu bilirler. Dünyadaki tüm imkanlarını en güzel davranışlarda bulunmak için değerlendirirler. Amaçları Allah'ın rızası, rahmeti ve cennetidir. Bu sebeple de dünya hayatına dair konulara ancak gerekli olduğu kadarıyla önem verir, esas olarak ahiretlerini düşünürler. Pasifizmi savunan kişiler ise dünyada geçirdikleri sürenin esas olduğunu sanır, dünya hayatı ile ilgili her konuya hırslı bir bağlılık gösterirler.
Cahiliye ahlakını kendi içlerinde yaşatıp, müminlerin arasına da sokmak isteyen bu kişiler özellikle kendilerini doğrudan ilgilendiren konularda çok hassas olurlar. Örneğin bir hastalığa yakalandıklarında tevekkülsüzlük ve korku içine girerler. Nefislerine çok düşkün oldukları için kendilerine bir zarar gelmesi ihtimali bile onların aşırı tepkiler vermelerine neden olur. Bu kişiler hem dünyaya çok önem verdikleri hem de kaderin varlığını göz ardı ettikleri için hastalık onlarda adeta bir şok etkisi yapar. Sürekli vesvese içerisinde olduklarından onlarca doktora da gitseler sakinleşemezler. Kullanacakları ilaçların, seçtikleri doktorların kendilerini iyileştireceğini zannedip, yalnızca bunlardan medet umarak iyileşmeye çalışırlar. Elbette, hasta bir insanın doktora başvurması, bu konudaki en uzman ve tecrübeli kişilerden yardım alması, kendisine önerilen tedaviyi uygulaması gereklidir. Ancak bu sırada, tüm bunların Allah'ın yarattığı birer sebep olduğunun, Allah dilemediği müddetçe en iyi doktora da muayene olsa, en etkili ilaçları da kullansa şifa bulamayacağının bilincinde olmalıdır. Dünyadaki hiçbir ilaç, hiçbir teknoloji veya hiçbir doktor Allah dilemediği sürece hastalıkların iyileşmesi için bir vesile olamaz. Nitekim müminler hastalığı yaratanın da şifa verecek olanın da Allah olduğunu çok iyi bildiklerinden tevekküllü ve teslimiyetli bir tavır içerisinde olurlar.
Müslümanları pasifize etmeye çalışan kişilerin tevekkülsüzlükleri ve telaşları kalbinde hastalık olan kişileri de içten içe etkiler. Yaşadıkları endişeli ruh hali, çevrelerindeki bu insanların da akılsızca yorumlarda bulunmalarına, benzer bir olayla karşılaştıklarında aynı tevekkülsüzlüğü yaşamalarına neden olur. Zaten pasifizmi savunan kişilerin hedefi de tevekkülsüzlükleri ile, Müslümanlar arasında kargaşaya neden olabilmek, yeterince bilgi sahibi olmayan veya zayıf imanlı olan kişileri telaşa sevk edebilmektir.
Din ahlakını yaşamakta pasif davranan kişilerin bir yönleri de, cahiliye yaşamına karşı duydukları derin hayranlıktır. Cahiliye toplumu içerisinde mevkiye, makama sahip olan ve cahiliye ölçülerine göre itibar gören kişilere, onlar da çok değer verir, onları gözlerinde büyütürler. Hatta bu kişilere benzemek için bir çaba içerisine de girerler. O kişiler gibi giyinerek, o kişilerin hayat tarzına benzer bir hayat tarzı edinerek, okudukları gazeteleri okuyup, seyrettikleri televizyon programlarını seyrederek, kullandıkları üslubu kullanarak bir anlamda onları taklit ederler. Elbette bir insanın, diğer insanların güzel özelliklerini örnek almasında bir sakınca yoktur. Ancak söz konusu kişilerin asıl olarak özendikleri ve taklit ettikleri bazı güzel özellikler değil, cahiliyenin zihniyetidir. Düşünce yapıları, cahiliye mantıklarıyla şekillenmiştir. Neyin önemli neyin önemsiz olduğunu, nerede nasıl davranılması gerektiğini, hangi tavırların doğru hangilerinin yanlışolduğunu Kuran'a göre değil, cahiliyenin kurallarına göre belirlerler. Bu özenti nedeniyle, salih bir Müslüman olmak gayretinde olmaz ve cahiliye tarafından değer verilen vasıfları edinmeye çalışırlar.
Herhangi bir konuda değerlendirme yaparken, Allah'ın varlığının farkında olan bir insan gibi değil de, bu gerçekten tamamen gafil biri gibi yorumlar yaparlar. Ayrıca kendilerince bir üstünlük olduğuna inandıkları geçici değerlerle, müminlerin arasında da itibar kazanacaklarını zanneder ve bunlarla kibirlenirler. Ancak samimi müminler için insanların dünyevi özelliklerinin bir anlamı yoktur. Ancak bir kişi bilgisini, kültürünü, imkanlarını İslam'ın hayrı, Müslümanların yararı için kullanıyorsa muhakkak ki bu güzel bir davranışolacak ve ahirette de bunun karşılığını Allah'ın izniyle en güzel şekilde alacaktır. Fakat Allah'ın rızasını gözetmeyip, geçici bazı özelliklerden dolayı kibirlenen kişilere bu özellikleri, dünyada da ahirette de bir kazanç getirmeyecektir. Ayette de bildirildiği gibi, mümin kimse için "... azığın en hayırlısı takvadır..." (Bakara Suresi, 197) Bir başka ayette ise, ölçünün sadece takva olduğu ve insanların dünyada edindikleri maddi özelliklerin Allah katında bir değerinin olmayacağı şu şekilde bildirilmiştir:
... Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Müminler Kuran ahlakına uydukları için karşılarındaki kişinin Allah'a olan bağlılığını, Allah korkusunu hissettikleri oranda o kişiye saygı ve sevgi duyar, cahiliye değerlerini asla ölçü almazlar. Pasiflik telkini yapanlardan ise, ancak olayları ve insanları Kuran'a göre değerlendirmeyenler etkilenebilirler. Bu insanlar onların tarzını örnek alır ve onlara benzemeye çalışırlar. Bu kişilerin ortak özellikleri dünyada samimiyetin, Allah sevgisinin, Allah korkusunun ölçü alındığı bir hayatın yaşanabileceğine inanmamalarıdır. Hiç kuşkusuz bu yanılgıları, bundan vazgeçmedikleri müddetçe, onları acı bir azaba sürükleyecektir.

Hiç yorum yok: